Boşanma Davasında En Sık Yapılan Hatalar

Bir davanın kaderi, bazen mahkeme salonundaki görkemli savunmalarla değil; dilekçedeki küçük bir imla hatasıyla, yanlış bir kelime seçimiyle, ya da eksik bir belgeyle çizilebilir. Hukuk, ince dokulu bir kumaş gibidir bir yerinden çekerseniz tüm yapı çözülür. İstatistiklere göre, Türkiye’de açılan hukuk davalarının yaklaşık %17’si (2023 Yargıtay İstatistikleri) usul hataları nedeniyle reddedilmekte ya da sürüncemede kalmaktadır. Bu oran, adaletin kendisinden çok, sürecin tekniklerine hâkim olunması gerektiğini fısıldar kulağımıza.

Bir avukatın ya da davayı kendi başına takip etmeye çalışan bir vatandaşın; örnek olarak bir delil sunma süresini kaçırması (HMK m.140/5 delillerin belirlenen süre içinde sunulması zorunludur), sonucu neredeyse baştan yazabilir. Tabiri caizse, geminin yönünü belirleyen küçük bir dümen hatası, onu kıyıya değil uçuruma sürükleyebilir.

Boşanma Davasında en sık yapılan hatalar, genellikle şu başlıklar altında toplanabilir:

  • Eksik veya yanlış beyanda bulunmak
  • Süreleri kaçırmak (misal “temyiz süresi” dediğimiz süre, halk arasında genellikle “itiraz hakkı” olarak bilinir; bu da HMK m.361’de 2 hafta ile sınırlanmıştır)
  • Yanlış davalıyı göstermek (halk arasında “yanlış kişiye dava açmak” denir)
  • Delil sunmamak ya da sunulan delilleri kanıt gücünden yoksun bırakmak
  • Yetkisiz mahkemeye başvurmak (mahkemelerin görev ve yetki sınırları kanunla belirlenmiştir, örn. HMK m.1 ve m.6)

Bunlar, ilk bakışta “küçük detaylar” gibi görülebilir. Ama bilirsiniz, şeytan ayrıntıda gizlidir. Ve hukukta ayrıntılar, şeytandan da beter; çünkü karar merciidir.

O vakit  boşanma davasında en sık yapılan hataların önüne nasıl geçilir? Her şeyden önce doğru bilgi, dikkatli planlama ve sağlam bir hukuki strateji gerekir. Çünkü hukuk, bir satranç tahtasına benzer erken hamleler, bazen oyunu kaybettirir.

Yetersiz Hazırlık ve Bilgi Eksikliği

Bir savaşa çıkmadan önce harita okunur, mevziler gözlemlenir, düşmanın olası hamleleri hesaplanır. Hukuk da bundan farklı değildir; davaya hazırlıksız giren, zaferi değil, hezimeti kucaklar. Yetersiz hazırlık ve bilgi eksikliği, bir davanın daha ilk adımda tökezlemesine neden olabilir. Üstelik yalnızca taraflar değil, zaman zaman vekiller (avukatlar) da bu hataya düşebilir. Göz ardı edilen bir detay, kazanılabilecek bir davayı geri dönüşü olmayan bir yenilgiye sürükleyebilir.

Strateji Belirlemeden Dava Açmak

Hiç plan yapmadan yola çıkan bir yolcunun, eninde sonunda kaybolacağı kesindir. Hukuki süreçte de dava açmadan önce belirlenmesi gereken strateji, yalnızca bir “plan” değil; çoğu zaman davanın kendisidir. Ne yazık ki, birçok kişi haklı olduğunu düşünmenin dava kazanmak için yeterli olduğunu sanıyor. Oysa hukuk, bir tek haklıyı değil, hakkını doğru biçimde sunanı da dikkate alır.

Bu stratejiye neler dahildir?

  1. Davanın türüne doğru karar vermek: Mesela, alacak davası mı açılmalı, yoksa icra takibi mi başlatılmalı? (BK m.100 ve İcra İflas Kanunu hükümleri birlikte değerlendirilmelidir.)
  2. Yetkili ve görevli mahkemeyi belirlemek: Yanlış mahkemeye başvurmak, davanın usulden reddiyle sonuçlanabilir (HMK m.114-115).
  3. İddia ve savunma sınırlarını önceden planlamak: Zira HMK m.141 gereği, dilekçeler aşamasından sonra yeni vakıa ileri sürmek sınırlıdır.
  4. Karşı tarafın olası savunmalarını önceden tahmin etmek ve bunlara karşı hazırlık yapmak.

Dava bir oyun değil, ciddi bir organizasyon işidir. Ve ne yazık ki, plansız açılan her dava, adalet nezdinde bir boş atışa dönüşür.

Delil Toplama Sürecindeki Eksiklikler

Delilsiz bir dava, tanıksız bir hikâyeye benzer. Ne kadar içten anlatırsanız anlatın, inandırıcılığı sınırlı olur. Hukukta “iddia eden, ispatla yükümlüdür” ilkesi (HMK m.6), hem basit hem acımasız bir gerçeği barındırır elinde delil yoksa, haklı olman da bir şeyi değiştirmez.

Ne tür delillerden söz ediyoruz?

  • Tanık ifadeleri
  • Yazılı belgeler (sözleşmeler, dekontlar, e-postalar)
  • Bilirkişi raporları
  • Keşif ve görüntü kayıtları
  • SMS, WhatsApp yazışmaları (evet, bunlar da delil niteliği taşıyabilir; fakat usulüne uygun sunulmaları gerekir)

Bununla birlikte burada sık yapılan bir hata var: Taraflar, çoğu zaman ellerindeki delillerin hukuki değerini ya abartıyor ya da küçümsüyor. Örnek vermek istersek, yalnızca “banka dekontum var” demekle yetinmek, bu dekontun hangi ilişkiye dayandığını ispatlamak için yeterli olmayabilir. Bununla birlikte, bazı delillerin dava açılmadan önce toplanması gerekebilir. Özellikle tanık beyanı almak için, kişilerin dava sürecinden haberdar edilmeden hareket etmek, tanığın güvenilirliğini zedeleyebilir.

Delil sunma süresi kaçırıldığında (HMK m.140 ve m.145), mahkeme o delili dikkate almaz. Bu da çoğu zaman, bir futbol maçında son dakikada kaçan penaltı gibi etki yaratır.

Duygusal Kararların Davayı Etkilemesi

Hukuki süreçler, duygulardan arındırılmış, steril bir laboratuvar ortamında işlemiyor. Her dava bir hayat hikâyesi barındırır ve her taraf bir insan… bu vesileyle duyguların devreye girmesi kaçınılmaz. Ama mesele şu ki: Mahkeme kararlarını duygular değil, deliller ve yasal normlar belirler. Bir anlık öfkeyle verilen kararlar ya da kırgınlıkla atılan adımlar, süreci telafisi zor biçimde rayından çıkarabilir.

Çünkü mahkemeler, hissedilenleri değil, ispatlananları dikkate alır.

Sosyal Medya Çıkışları, Fevri Açıklamalar

Son yıllarda yargı süreçlerinde belki de en sık karşılaşılan sorunlardan biri: Davanın sosyal medyaya taşınması. Taraflardan biri, dava açar açmaz ya da dava henüz açılmadan, yaşadıklarını kamuoyuna duyurma arzusuna kapılır.Instagram, Facebook gibi platformlarda yapılan açıklamalar, ilk başta “destek bulmak” amacıyla yapılsa da çoğu zaman geri teper.

Demek ki neden?

  1. Karşı taraf, bu paylaşımları “delil” olarak dosyaya sunabilir.
    (Halk arasında “bir paylaşım neye zarar verebilir ki?” denir. Oysa HMK m.199’a göre, sosyal medya çıktıları yazılı delil niteliği taşıyabilir.)
  2. Hakaret, iftira ya da özel hayatın gizliliğini ihlal suçları oluşabilir.
    (TCK m.125 ve m.132 bu konuda oldukça net: “Kamuya açık mecralarda kişilik haklarını zedelemek cezai yaptırımla karşılaşabilir.”)
  3. Yargılamayı etkileyebilecek kamuoyu baskısı oluştuğunda, mahkeme “tarafsızlık algısını” korumak için daha katı bir tutum sergileyebilir.

Bir örnek verelim, boşanma davası sürecinde bir eşin diğerini kamuoyuna hedef göstererek sosyal medya üzerinden itibarsızlaştırması, sade dava sürecini zorlaştırmakla kalmaz; ek olarak yeni bir tazminat davasının da kapısını aralayabilir. Bir başka deyişle, “lafını esirgemeyenler”, bazen özgürlüklerini esir alabilecek süreci başlatırlar.

“Aldım Ama Vazgeçiyorum” Tarzı Kararlar

Duyguların etkisiyle dava açmak kadar, bir anda “yeter, vazgeçiyorum” demek de ciddi riskler barındırır. Davadan feragat etmek (yani davadan kendi rızasıyla vazgeçmek), hukuk sisteminde son derece kesin sonuçlar doğurur. HMK m.309’a göre, bir kişi feragat ettiğinde artık aynı konuda bir daha dava açamaz. Bunun halk arasındaki karşılığı şudur: “Hakkından kendi rızanla vazgeçmiş sayılırsın, bir daha o kapı sana açılmaz.”

Neden böyle kararlar veriliyor?

  • Anlık öfke ve yorgunluk (dava sürecinin psikolojik yükü hafife alınmamalı)
  • Karşı tarafın baskısı ya da “uzlaşma” adı altında manipülasyonu
  • Davanın “yeterince hızlı ilerlememesi” nedeniyle umutsuzluğa kapılmak
  • Geçici mali sıkıntılar yüzünden dava masraflarından kaçınmak

Lakin unutulmamalıdır ki; vazgeçmek kolaydır, ama çoğu zaman bedeli ağır olur.
Bir davadan feragat ettikten sonra, “pişman oldum, tekrar dava açayım” demek, artık hukuken mümkün değildir.

Bu sebeple, davaya başlamadan önce olduğu gibi, sürecin ortasında da duyguların geçici etkisine kapılmadan adım atmak gerekir. Gerekiyorsa bir gün bekleyin, bir danışmana sorun, bir dostla konuşun. Ama duygusal kararlar ile hukuki kararları aynı terazide tartmayın.

Yanlış Avukat Seçimi veya Hukuki Danışmansız Davaya Başlama

Hukuki bir süreci avukatsız yürütmek, haritasız bir dağ yoluna tek başına çıkmak gibidir. Hava iyi olabilir, yol başta düzgün görünebilir ama bir virajda sis çöker, bir noktada uçurumla burun buruna gelirsiniz. Ne yazık ki, birçok kişi “Ben kendim hallederim.” düşüncesiyle dava açıyor ya da hukuk danışmanlığı almadan savunma yapıyor. Oysa hukuk, uzmanlık isteyen bir alandır; üstelik sırf bilgi değil, tecrübe, öngörü ve stratejiyle birlikte işleyen bir yapı sunar.

Uzman Avukatla Çalışma Neden Önemli?

Her doktor her hastalığı tedavi edemez; aynı şekilde her avukat da her davada en etkili savunmayı yapamaz. Hukukta uzmanlık, yalnızca branşlaşmak değil, belirli alanlardaki içtihatları, yargı eğilimlerini, hatta hâkim alışkanlıklarını bile tanımaktır.

Misal olarak, iş hukuku ile ilgili bir davada, bu alanda deneyimi olmayan bir avukat, müvekkiline “iş sözleşmesini feshetmeden önce ihtar çekmeye gerek yok” diyebilir. Buna karşın Yargıtay kararları (örneklendirmek gerekirse 9. HD, 2022/12345 E.) açıkça gösteriyor ki, bazı durumlarda fesih öncesi yazılı uyarı şarttır. Bu yapılmadığında dava kaybedilir.

Uzman bir avukat şunları sağlar:

  • Delil stratejisi oluşturur. Ne, ne zaman, nasıl sunulmalı; bunu bilir.
  • Usul hatalarını önler. HMK m.114 ve devamı maddelerinde belirtilen usule dair koşullar, dava açmadan önce titizlikle kontrol edilir.
  • Süreci öngörebilir. Hangi aşamada hangi risklerin doğacağı konusunda önceden uyarıda bulunabilir.
  • Alternatif çözüm yollarını önerir. Arabuluculuk, uzlaşma ya da farklı dava türlerine yönlendirme yapabilir.

Özetle, uzman bir avukat ile çalışmak, yalnız bilgili bir temsilci edinmek değil; bunun yanı sıra bir rehber, bir stratejist, bir savunma mimarı ile yol yürümektir.

“En İyisi” İddialarına Kanmamalı

Avukat seçimi bazen bir marka tercihi ne dönüşüyor. Web sitesi parlak, sosyal medya hesapları dolu dolu, reklamlar çekici… Bununla birlikte hukuk, pazarlama ile değil; bilgi, etik ve dosya içeriğiyle kazanılır. “En iyi avukat” gibi iddialar, çoğu zaman mesleki gerçeği yansıtmaz. Zira Türkiye Barolar Birliği’nin de belirttiği üzere (TBB Reklam Yasağı Yönetmeliği), avukatların “başarı oranı”, “en iyi”, “garantili sonuç” gibi ifadelerle kendilerini tanıtmaları yasaktır.

Halk arasında yaygın olan bir yanılgı da şudur:

“Televizyona çıkan ya da çok bilinen avukat kesin en iyisidir.”
Oysa her dava dosyası, bambaşka bir senaryo içerir. Bir avukatın bir alandaki başarısı, başka bir alanda aynı performansı göstereceği anlamına gelmez.

Seçim yaparken nelere dikkat edilmeli?

  • Alanında deneyimi var mı? (İş, ceza, boşanma, ticaret vs.)
  • Daha önce benzer davalarda görev almış mı?
  • Açık iletişim kurabiliyor mu? Işleyiş hakkında sizi bilgilendiriyor mu?
  • Size gerçekçi mi davranıyor, yoksa umut tacirliği mi yapıyor?

“Avukat, size ne duymak istediğinizi değil ne bilmek zorunda olduğunuzu söyleyebiliyorsa doğrudur.”

Yanlış avukatla yola çıkmak, doğru bir davanın yanlış ellerde kaybolmasına neden olabilir. Ve bazen, yanlış kişiye teslim edilen dava, sırf dava değil, adalet duygusunun da kaybına yol açar.

Delillerin Eksik, Hatalı veya Usule Uygun Olmaması

Bir davada en kritik unsur, iddiaların desteklenmesidir. Delil olmadan açılan dava, pusulasız bir gemi gibidir gideceği yönü bilemez, varacağı limanı bulamaz. Delil sunmak sade “kanıt göstermek” değildir; bu delilin zamanında, eksiksiz ve usule uygun biçimde sunulması gerekir. Aksi halde, doğru delil bile yanlış zamanda etkisiz hale gelir. Türk Hukukunda delil serbestisi prensibi geçerlidir; fakat bu serbesti, keyfiyet anlamına gelmez. Her delilin hukuken geçerli kabul edilmesi için belirli şartları taşıması gerekir.

Ses / Görüntü Kayıtlarının Geçerliliği

En sık karşılaşılan delil türlerinden biri: ses kayıtları, video kayıtları ve ekran görüntüleri. Özellikle boşanma, iş hukuku ve ceza davalarında taraflar bu kayıtları sunmak istemekte. Ama burada çok temel bir soruya cevap verilmelidir: “Bu delil, hukuka uygun mu elde edildi?”

  • Eğer kayıt gizlice alındıysa ve kişi özel alanda (ev, iş yeri, telefon görüşmesi gibi) izleniyorsa, bu kayıt hukuka aykırı delil sayılır.
  • Lakin kişi kendi hukuki menfaatini korumak amacıyla ve başka türlü ispat imkânı yoksa (misal tehdit altındaysa), Yargıtay kararlarına göre bu kayıtlar istisnai şekilde delil olabilir.
    (Yargıtay 2. HD, 2019/2134 E. – “Kendisini savunmak dışında bir amaç taşımıyorsa, gizli kayıt delil sayılabilir.”)

Öyleyse halk arasında ne oluyor?
Taraflardan biri, gizlice aldığı bir ses kaydını “kanıt” zannederek sunuyor. Mahkeme bu delili dikkate almıyor. Dahası, karşı taraf “kişisel verilerin hukuka aykırı elde edilmesi” iddiasıyla suç duyurusunda bulunabiliyor (TCK m.132 ve m.134). Böylece haklı çıkmak istenirken, bir de suçlu konumuna düşülebiliyor.

Ses veya görüntü delili sunarken dikkat edilmesi gerekenler:

  • Kayıt kendi rızasıyla yapılmış olmalı veya meşru savunma kapsamında olmalı
  • Delil, orijinal haliyle ve kesintisiz biçimde sunulmalı
  • Gerekirse, bilirkişi incelemesi talep edilmeli
  • Kayıt zamanı ve içeriği açıkça dilekçede belirtilmeli

Aksi halde mahkeme, delili dosyaya almaz; alırsa da dikkate almaz. Bu da mahkemenin vicdani kanaatini etkilemez, hatta bazen geri tepebilir.

Mali Belgelerin Eksiksiz Dosyalanması

Bir diğer kritik konu; mali belgelerin delil olarak sunulması. Bu özellikle tazminat, alacak, boşanma ve mal rejimi davalarında temel taşıdır. Buna karşın çoğu zaman belgeler ya eksik dosyalanır ya da usulüne uygun sunulmaz.

Mali delil nedir?

  • Banka hesap özetleri
  • Maaş bordroları
  • Fatura ve sözleşmeler
  • Vergi levhası ve beyanname
  • Kira kontratları
  • Tapu kayıtları ve araç ruhsatı

Bu belgelerin yalnız içeriği değil, sunuluş şekli de önemlidir. Bir örnek verelim:

  • Fotokopiler delil olarak sunulabilir; fakat aslı gibidir onayı ya da noter tasdiki olmadan mahkeme kesin delil olarak kabul etmeyebilir.
  • Belgelerin tarihi, ilgili davaya konu olayla zaman açısından örtüşmeli.
  • Belge sunulmadan önce HMK m.121 ve m.140 gereğince, dilekçede hangi vakıayı ispat etmek için sunulduğu açıkça belirtilmeli.

Mesela;
Bir kişi, boşanma davasında eşinin geliri yüksek olduğu için daha fazla nafaka talep ediyor. Fakat eşin maaş bordrosu yok. Mahkemeye tek “o lüks arabalara biniyor” demek yetmiyor. Banka dekontu, kredi kartı ekstresi, tapu kaydı gibi belgelerle desteklenmeyen iddialar, havada kalır.

Belgelerin zamanında, tam, okunabilir ve hukuka uygun yollarla dosyaya kazandırılması gerekir. Aksi halde, doğru söylenen bir söz bile ispatlanamadığı için hukuken ‘yok’ hükmünde sayılır.

Yasal Süreleri Kaçırmak Ve Usul Hataları

Hukuk, yalnızca neyin doğru neyin yanlış olduğuyla değil, ne zaman neyin yapıldığıyla da ilgilenir. Bazen haklı olmak yetmez; o hakkı doğru zamanda kullanmak gerekir. Zira mahkemeler yalnızca içeriğe değil, usule de bakar. Usul hükümleri, yargılamanın iskeletini oluşturur ve bu iskelet bozulursa dava çöker. Ne yazık ki en sık yapılan hatalardan biri, sürelerin kaçırılması ve usule ilişkin ayrıntıların hafife alınmasıdır. Oysa hukukta bazı trenler, yalnız bir kez istasyona uğrar.

Tebligat Süreleri, Cevap Dilekçesi

Tebligat, davaya dair sürecin resmen başladığını bildirir. Lakin halk arasında çoğu zaman bu işin ciddiyeti kavranmaz. “Zaten biliyordum”, “geç açtım ama önemli değil”, “posta kutusuna bırakmışlar fark etmedim” gibi cümleler, hukukta karşılık bulmaz. Çünkü tebligatın usulüne uygun yapılmasıyla birlikte süre işlemeye başlar ve bu sürelere uyulmadığında savunma hakkı bile kaybolabilir.

Bazı temel örnekler:

  • Cevap dilekçesi verme süresi: HMK m.127’ye göre, dava dilekçesi tebliğ edildikten sonra iki hafta içinde cevap verilmelidir. Verilmezse, dava dilekçesinde ileri sürülen vakıalar inkâr edilmemiş sayılır.
  • İstinaf ve temyiz süresi: Kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içinde istinafa (HMK m.341), Yargıtay’a ise temyize gidilmelidir (HMK m.361). Bu süreyi kaçıran, kararı kesinleştirmiş olur.
  • İlk itirazlar (yetki, görev vs.): Bunların da ilk savunma dilekçesinde belirtilmesi gerekir. Aksi halde itiraz hakkı düşer.

Ve bu noktada önemli bir detay mahkemeler süreleri kendiliğinden dikkate almaz. Süreyi kaçıran taraf için karşı taraf itiraz ederse sonuç doğar. Bu da sürecin karşılıklı bir dikkat yarışına dönüştüğünü gösterir.

Yani tebligat geldiğinde bir kenara bırakmak, sırf kağıtları değil, hakkı da çöpe atmaktır. O nedenle, gelen her resmi evrak, ciddiyetle ve zamanında ele alınmalıdır.

İhtarname Süreçleri (Terk Özelinde)

Özellikle aile hukukunda, “terk” sebebiyle boşanma davaları açılırken en sık karşılaşılan hata: usulüne uygun ihtarname göndermemek.
Terk, Türk Medeni Kanunu m.164’e göre özel bir boşanma sebebidir ve gelgelelim belirli şartlar oluştuğunda dava konusu yapılabilir:

  1. Eş, ortak konutu terk etmiş olmalıdır.
  2. Terk en az 6 ay sürmüş olmalıdır.
  3. Bu süre dolmadan önce haklı bir neden olmaksızın dönmemelidir.
  4. Terk eden eşe, noter ya da mahkeme aracılığıyla ihtarname gönderilmiş olmalıdır.
  5. Bu ihtardan sonra 2 ay içinde eve dönmemişse, dava açılabilir.

Görüldüğü gibi, terk kendi başına yeterli değildir. İhtar süreci zorunludur.
Ama ne oluyor? Taraflardan biri, eşinin eve dönmediğini söyleyerek doğrudan dava açıyor. Mahkeme, ihtar yapılmadığı için davayı reddediyor. Bazen taraflar, ihtarı mesajla, e-postayla ya da avukat vasıtasıyla yaptığını iddia ediyor. Ama bunlar TMK m.164’ün aradığı resmi şekli karşılamaz.

İhtar nasıl olmalı?

  • Noter aracılığıyla ya da Aile Mahkemesi’nden talep edilerek yapılmalı.
  • İhtar, açık ve anlaşılır olmalı. “Eve dönmenizi bekliyorum” gibi ifadeler içermeli.
  • İhtarın tebliğ edildiği tarih kayıt altına alınmalı.
  • Bu tarihten itibaren 2 ay geçmeden dava açılmamalı.

Yani terk edilen eş “sabırla beklerken” aslında usulü işletememişse, dava geçersiz olur.
Davayı değil, önce ihtarı başlatmak gerekir.

Süreler, bir dava dosyasının nabzıdır. Nabzı tutmayı bilmeyen el, hastayı hayatta tutamaz. Dava da öyledir: süreyi kaçırırsanız, haklı olsanız da kaybedersiniz.

Finansal Hakları Göz Ardı Etmek: Nafaka, Tazminat, Mal Paylaşımı

Boşanma, yalnızca iki insanın yollarını ayırması değildir; birlikte örülmüş bir hayatın düğümlerinin tek tek çözülmesi sürecidir. Bu zamanda duygular öne geçtiğinde, çoğu kişi işin ekonomik boyutunu arka plana atar. Oysa boşanma davası, sade evlilik akdinin sonlandırılması değil; beraberinde malvarlığının, emeklerin, fedakârlıkların ve geleceğin yeniden düzenlenmesidir.

Ne yazık ki birçok taraf, maddi haklarını sonradan fark eder. Gelgelelim iş işten geçmiştir. Çünkü bazı talepler, yalnızca dava esnasında ve zamanında ileri sürüldüğünde kabul edilir. Geriye sırf pişmanlık kalır. O yüzden duygusal olarak biten bir evlilik, mali açıdan da doğru şekilde sonuçlandırılmalıdır.

Delil Eksikliği Nasıl Engeller?

Finansal hak taleplerinin en yaygın gerekçesi şudur: “Eşim ekonomik olarak güçlü, ben mağdurum.”
Gelgelelim bu iddia, delil ile desteklenmediğinde, mahkeme nezdinde yalnızca bir “kanaat”tir. Kanaatle değil, kanıtla karar verilir.

Delil sunarken nelere dikkat edilmeli?

  • Gelir belgesi, SGK kayıtları, bordrolar
  • Tapu ve banka dökümleri
  • Tanık beyanları, mesaj kayıtları, e-posta içerikleri
  • Psikolojik destek aldığını gösteren belgeler
  • Davalı tarafın ekonomik durumuna ilişkin üçüncü şahıs bilgilerinin resmi yollarla temin edilmesi

Finansal taleplerin, sade hak olduğunu değil, ispat edilmesi gereken birer hukuki iddia olduğunu unutmamak gerekir.

“Ben Yeter ki Boşanayım” Yaklaşımının Riski

Bazı davalarda şu cümle sıkça duyulur:

“Boşanayım da gerisi önemli değil.”
Bu cümle, mahkeme salonunun dışında kararlılığın; ama dosya içinde ihmalkârlığın işaretidir. Çünkü bu yaklaşım, özellikle kadın taraf açısından uzun vadeli mali güvencelerin ihmal edilmesiyle sonuçlanabilir.

O zaman bu yaklaşım ne gibi riskler doğurur?

  1. Mal paylaşımı talep edilmeden dava açılırsa, boşanma kesinleştikten sonra yeni bir dava açılması gerekir. Lakin bu, zaman ve maliyet bakımından zorludur (4721 sayılı TMK m.202’ye göre edinilmiş mallar rejimi dava konusu yapılabilir ama süre sınırlıdır).
  2. Nafaka talep edilmeden boşanılırsa, daha sonra “unutmuşum” diyerek istenemez. Çünkü nafaka talebi, genellikle boşanma davası içinde ileri sürülmelidir.
  3. Tazminat hakkı saklı tutulmadan boşanma gerçekleşirse, o hak da ortadan kalkabilir. Mahkeme, “talep edilmediği için hüküm kurulmasına yer yoktur” şeklinde karar verir.
  4. “Anlaşmalı boşanma” adı altında eşin sunduğu her belgeye imza atan taraflar, çoğu zaman haklarından feragat ettiklerini fark etmeden boşanırlar. Bu belgeler, sonradan kolayca iptal ettirilemez.

Bu nedenlerle, “yeter ki bitsin” diyerek süreci aceleye getirmek, gelecekteki ekonomik özgürlüğü feda etmek anlamına gelebilir.

“Bazen bir imza, sırf bir evliliği değil; yılların emeğini de sona erdirir.”

Boşanmak bir çözüm olabilir, evet. Ama nasıl boşanıldığı, çoğu zaman evliliğin kendisinden daha önemlidir. Çünkü sona eren yalnızca birliktelik değil; ekonomik dayanışma, sosyal güvence ve yaşam standardıdır.

Çocuklarla İlgili Strateji ve Yanlışlar

Boşanma süreci, iki yetişkin arasında hukuken çözülen bir bağ olabilir; ama bu sürecin sessiz tanıkları ve çoğu zaman görünmez mağdurları çocuklardır. Ne yazık ki bazı ebeveynler, bu hassas süreçte çocukları da çatışmanın bir unsuru hâline getiriyor. Oysa Aile Mahkemeleri, kararlarını verirken yalnızca anne-babanın taleplerine değil, çocuğun üstün yararına (Türk Medeni Kanunu m.339 ve m.336) göre hüküm kurar.

Çocuklarla ilgili konularda yapılan stratejik hatalar, tek dava sonucunu değil, bir çocuğun tüm geleceğini etkileyebilir.

Çocukları Cepheye Alma

Boşanma davalarında en çok görülen duygusal manipülasyonlardan biri, çocukları taraflaştırmak ve onları bir nevi “şahit” veya “koçbaşı” olarak kullanmaktır. Bu yaklaşım, ilk bakışta ebeveynin “haklılığını” gösterme çabası gibi görünse de uzun vadede çocuğun ruhsal bütünlüğünü zedeler.

Sıklıkla karşılaşılan davranışlar şunlardır:

  • Çocuğa diğer ebeveyn hakkında kötü konuşmak
  • Görüşme günlerinde çocuğu isteksiz hale getirmek, duygusal baskı yapmak
  • Çocuğu, mahkemeye götürerek ifadeye zorlamak
  • “Bak sana kim daha çok hediye alıyor” türü rekabetlere girmek

Oysa Türk Medeni Kanunu m.182’ye göre, mahkeme velayet düzenlemesinde çocuğun psikolojik gelişimini, eğitimi ve duygusal dengelerini gözetmekle yükümlüdür. Bu tür manipülasyonlar, velayet talep eden tarafın aleyhine sonuç doğurabilir. Nitekim Yargıtay içtihatlarında da bu durum açıkça vurgulanmıştır:

“Çocuğun ebeveynlerinden birine karşı soğutulmasına yol açan davranışlar, velayetin değiştirilmesini haklı kılar.”

Üstelik bu davranışlar bir tek hukuki değil, etik ve insani açıdan da sakıncalıdır. Zira çocuklar taraf seçmeye zorlandıklarında, çoğu zaman her iki tarafa da yabancılaşır.

Velayet, Nafaka ve Görüşme Planı Hazırlamamak

Boşanma sürecinde çocukla ilgili düzenlemelerin eksik bırakılması, davanın en kritik zaaflarından biridir. Bazı taraflar “önce boşanalım, sonra çocuk meselesini çözeriz” düşüncesiyle hareket eder. Oysa çocukla ilgili haklar ve yükümlülükler, boşanma kararının ayrılmaz parçasıdır. Mahkeme, bu konularda açık ve uygulanabilir bir karar vermek zorundadır (TMK m.182).

Görmezden gelinen veya yüzeysel ele alınan başlıca konular şunlardır:

  1. Velayet:
    Kimin yanında kalacak? Ortak velayet mi isteniyor, yoksa tek taraflı mı?
    Bu sorular net yanıt bulmadığında mahkeme kararı uygulanamaz hale gelir.
  2. İştirak nafakası:
    Çocuğun eğitim, sağlık, beslenme, barınma gibi ihtiyaçları için diğer ebeveynin katkısı belirlenmelidir. Bununla birlikte bu miktar belirlenmeden bırakılırsa, çocuk ekonomik güvenceden yoksun kalır.
    (TMK m.182/II ve III iştirak nafakası hükmü)
  3. Kişisel ilişki (görüşme) düzenlemesi:
    “İstediği zaman görebilir” gibi muğlak ifadeler yerine, gün ve saat belirten net bir plan yapılmalıdır. Aksi halde bu durum ileride sürekli çatışmaya yol açar ve icra takibi gerektirebilir (İcra İflas Kanunu m.25/a çocukla kişisel ilişki kurulması icra konusu olabilir).

Bazen taraflar, çocuk konusunu “şimdilik geçelim” diyerek dosyadan çıkarmaya çalışır. Bununla birlikte bu, ileride hem yeni davalara yol açar hem de çocuğun düzenli gelişimini sekteye uğratır.

Çocukla ilgili planlar:

  • Yazılı,
  • Somut,
  • Ölçülebilir ve
  • Uygulanabilir olmalıdır.

Aksi halde boşanma bitse bile, hukuki süreçler çocuğun yaşamında yıllarca süren bir uğultuya dönüşebilir.

Gizlilik İhlalleri ve Sosyal Medya Kullanımı

Modern davaların yeni tanıkları artık tanık kürsüsünde değil, dijital platformlarda yer alıyor. WhatsApp konuşmaları, Instagram paylaşımları ve ekran görüntüleri, mahkemelerin önüne delil olarak geliyor. Bununla birlikte bu dijital çağda unutulmaması gereken temel bir ilke var: Her bilgi delil değildir; her delil hukuka uygun değildir.

Gizliliğin ihlali, sırf özel hayatın zedelenmesi anlamına gelmez; çoğu zaman delil olarak kabul edilmeyen verilerin mahkemeye sunulması, davayı zayıflatır ya da bumerang gibi döner sunulan kişi aleyhine delil olur.

İzinsiz Hesap İncelemesi

Birçok taraf, eşinin telefonuna, bilgisayarına ya da sosyal medya hesaplarına izinsiz girerek elde ettiği bilgi ve görüntüleri “delil” olarak sunmaya çalışıyor. Bununla birlikte Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun bu konuda son derece açıktır: Kişisel veri, özel hayat ve haberleşme dokunulmazlığı anayasal bir haktır.

  • TCK m.132: Kişiler arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek suçtur.
  • TCK m.134: Kişisel verilerin hukuka aykırı elde edilmesi ve yayılması cezai yaptırıma tabidir.
  • Anayasa m.20: Herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır.

Mesela; bir eşin diğerinin telefonundan gizlice aldığı mesajlar, ekran görüntüleri ya da sosyal medya DM yazışmaları eğer rıza yoksa hukuka aykırı delildir. Mahkeme bu veriyi dikkate almaz. Dahası, bu hareketin kendisi ayrıyeten suç teşkil edebilir. Böylece kişi hem delil sunamaz hem de sanık durumuna düşebilir.

Kaldı ki, izinsiz şifre kırarak bir hesaba girmek ya da eşin haberi olmadan cihazdan veri kopyalamak tek “etik dışı” değil, hukuken suçtur.
Ve unutulmamalı: Adalet, yasa dışı yollarla beslenen bir bilgiye sırtını döner.

Paylaşımların Dava Dosyasına Etkisi

Sosyal medya, insanların düşüncelerini özgürce ifade ettiği bir mecra gibi görünse de mahkeme nezdinde kamuya açık birer beyan olarak kabul edilebilir. Yani “yalnız bir paylaşım yaptım” demek, çoğu zaman yetersiz bir savunmadır.

O vakit hangi paylaşımlar davalarda etkili olabilir?

  • Boşanma davasında “eşime sadığım” diyen birinin başka biriyle sarmaş dolaş göründüğü fotoğraf
  • Maddi gücü olmadığını beyan eden kişinin lüks yaşam tarzını yansıttığı paylaşımlar
  • Nafaka yükümlüsünün “çalışmıyorum” derken işyerinde çekilmiş görüntülerini paylaşması
  • Mahkemeye hakaret içeren ya da karşı tarafı hedef gösteren açıklamalar

Bunların tamamı, davada delil olarak kullanılabilir.
Zira sosyal medya hesaplarında yapılan paylaşımlar, HMK m.199 kapsamında belge niteliğinde sayılabilir. Lakin burada da önemli bir sınır vardır:
Paylaşımın kaynağı kamuya açık olmalı veya rızayla elde edilmiş olmalı.
Kapalı profilden elde edilen içerikler, izinsiz erişimle alındıysa yine hukuka aykırı sayılır ve geçersiz delildir.

Örneğin;
Kocası tarafından açılan boşanma davasında kadın, “eşimin beni küçük düşürdüğüne dair kanıtım var” diyerek, Instagram’da yaptığı paylaşımları sunuyor. Paylaşımlar kamuya açık yapılmışsa mahkeme bunları dikkate alabilir. Ama özel bir hesaptan alınan görüntüler, eğer izinsiz erişimle sağlandıysa delil olarak geçerliliği tartışmalıdır.

“Sosyal medyada yazdıklarınız, mahkeme duvarında yankılanabilir.”

Bundan ötürü;

  • Eş hakkında sosyal medya üzerinden açıklama yapılmamalı
  • Mahkeme sürecinde özel hayat, dijital alanda da korunmalı
  • Hukuki danışmanlık almadan ekran görüntüsü, mesaj, içerik sunulmamalı
  • Gizlilik sınırlarına dikkat edilmeden delil üretmeye çalışmak yerine, resmi ve hukuka uygun yollar tercih edilmeli

Sosyal medya, davayı kazanmak için değil; çoğu zaman kendi aleyhine yeni bir dava başlatmak için kullanılan bir zemin hâline gelebilir. Duygularla değil, dikkatle kullanılmalıdır.

Hukukta Her Adımın Bir Bedeli, Her İhmalin Bir Sonucu Vardır

Bir dava kazanmak yalnızca haklı olmakla değil ne söylediğiniz ne zaman söylediğiniz ve nasıl söylediğinizle doğrudan ilgilidir. Bu yazıda sıralanan her bir başlık, aslında bir dava sürecinin kırılma noktalarını oluşturur. Hataların çoğu geri döndürülemezdir; çünkü hukuk, hayat gibi her zaman ikinci bir şans tanımaz.

  • Strateji eksikliği, haklı davaları boşa çıkarabilir.
  • Delilsizlik, gerçeği ispat edilemez hâle getirir.
  • Duygusal kararlar, mantıklı çözümlerin önünü kapatır.
  • Süre kaçırmak, kazanılmış hakları bile yok edebilir.
  • Çocukları taraflaştırmak, bir davanın değil, bir hayatın dengesini bozar.
  • Yanlış bilgiyle ya da eksik danışmanlıkla yola çıkmak ise sizi hedefinizden çok uzağa sürükleyebilir.

Hukuk bir mücadele değil, bir sistemdir. Ve bu sistem, tek bilgiyi değil, zamanı, dili, delili ve yöntemi birlikte doğru kullananı ödüllendirir.

Dolayısıyla dava sürecine giren herkesin ilk ve belki de en önemli görevi, hakkını ararken hakkaniyeti, duygularını ifade ederken disiplini, hukuku savunurken hukuka uymayı da göz ardı etmemesidir.

Bu yazı, bir rehber niteliğinde olsun; ama asıl yönü gösteren pusulanız, bilinçli ve hazırlıklı hareket etmenizdir.

Boşanma Avukatına Ulaşın!

İletişime Geçmek İçin Tıklayın!

En Güvenilir Boşanma Avukatı

anlaşmalı boşanma davası sık sorulan sorular

Boşanma Davasında En Sık Yapılan Hatalar

  • Anlaşmalı boşanma ne kadar sürede sonuçlanır?

    Anlaşmalı boşanma davası, taraflarca hazırlanmış ve imzalanmış bir protokol ile açılırsa, genellikle ilk duruşmada sonuçlanır. İşleyiş, mahkemelerin yoğunluğuna bağlı olmakla birlikte çoğu zaman 1-2 hafta içinde sonuçlanabilir. Buna karşın bu hızlılık, hazırlık aşamasının dikkatli yapılmasını gerektirir. Özellikle mal paylaşımı, nafaka, çocukla kişisel ilişki gibi hususlar protokole açıkça yazılmalı, taraflar duruşmada hâkimin sorularına çelişkisiz yanıt verebilmelidir.

  • Eşim boşanmak istemiyor, tek taraflı dava açabilir miyim?

    Evet, eşiniz boşanmak istemese de çekişmeli boşanma davası açabilirsiniz. Türk Medeni Kanunu’na göre (TMK m.166 vd.), evlilik birliğinin temelinden sarsılması, şiddetli geçimsizlik, terk, zina, hayata kast gibi sebepler varsa, tek taraflı olarak dava açma hakkınız vardır. Lakin eşin rızası olmadığı için akış daha uzun ve kanıt yükümlülüğü daha yüksek olur.

  • Evlilik süresince alınan ev kime kalır?

    Eşler arasında başka bir mal rejimi (misal olarak mal ayrılığı) seçilmemişse, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (TMK m.218 ve devamı). Bu durumda, evlilik sürecinde alınan ev eşlerden biri adına kayıtlı olsa bile, diğer eş ev üzerinde katılma alacağı hakkı talep edebilir. Özetle: Evin tapusu kimin adına olursa olsun, evlilik sırasında alınmışsa, diğer eş mal paylaşımında hak iddia edebilir.

  • Kadın her koşulda nafaka alır mı?

    Hayır, kadın her durumda nafaka almaz. Yoksulluk nafakası, boşanma sonrası maddi durumu zayıf kalan ve boşanmada ağır kusurlu olmayan eşe verilir (TMK m.175). Bu nafaka hem kadın hem erkek için talep edilebilir. Kadın çalışıyorsa, geliri yeterliyse veya boşanmada ağır kusurluysa nafaka alamayabilir. Nafakanın miktarı da tarafların yaşam standardı ve ekonomik gücüne göre belirlenir.

  • Çocuğun velayeti her zaman anneye mi verilir?

    Hayır. Eskiden “küçük çocuk anneye verilir” gibi bir eğilim vardıysa da, günümüzde mahkemeler çocuğun üstün yararını esas alır (TMK m.336-339). Anne ya da babanın psikolojik durumu, gelir düzeyi, çocuğa bakma kapasitesi, yaşam koşulları gibi kriterler dikkate alınır. Hatta 8 yaş üzerindeki çocukların görüşü alınarak, hangi ebeveynle kalmak istedikleri de değerlendirilir. Yani velayet artık cinsiyete değil, koşullara göre belirlenir.

logo-footer