ticari borçlar ve alacakların tahsili

Bir sabah, ofis masanıza düşen bir zarfla başlar bazen her şey. Zarf ağırdır; içindeki kâğıttan çok, taşıdığı anlam yüzünden. Alacaklısınız. Ama borcun sırf yazılı olması yetmez; Ticari Borçlar ve Alacakların Tahsili, çoğu zaman yalnızca belgelerle değil, strateji ve sabırla yürütülen bir süreçtir.

Ticari hayat; daima hareketli, çoğu zaman karmaşık, zaman zaman ise çetin bir satranç oyununa benzer. Oyuncular değişir, kurallar sabittir. Şirketler arasında yapılan mal ve hizmet alışverişleri, kayıt altına alınan alacaklar, zamanla ya tahsil edilir ya da rakamlar arasında kaybolur. Bu noktada devreye hukuk girer; daha doğrusu girmek zorunda kalır. İşte Ticari Borçlar ve Alacakların Tahsili, bu devrenin en kritik halkasını oluşturur.

O halde nedir bu “ticari borç” dedikleri? Alacak dediğimiz şey sırf bir senetten mi ibarettir? Tahsilat süreci neden çoğu zaman bürokratik bir labirente benzer? Ve daha da önemlisi hangi yollarla alacağımızı tahsil edebiliriz ne zaman harekete geçmeliyiz ne tür belgeler elimizde olmalı? Ticari Borçlar ve Alacakların Tahsili hakkında doğru bilgi, bu sorulara verilecek yanıtlarla başlar.

Bu yazımız, Ticari Borçlar ve Alacakların Tahsili sürecinde izlenmesi gereken adımları, karşılaşılabilecek engelleri ve olası çözümleri kapsamlı bir biçimde ele alıyor.

Her bölüm, yalnız bir bilgilendirme aracı değil; hem de yaşanmışlıkların, pratik deneyimlerin ve hukuk ile ticaretin kesiştiği noktaların bir yansımasıdır. İster şirket sahibi olun ister bir mali müşavir, isterse hukuk danışmanı… Bu makalemizde, işinizi kolaylaştıracak bir parça mutlaka bulacaksınız.

Ticari Alacaklar ve Borçlar Nedir?

Temel Tanımlar ve Kavramlar

Ticaretin dili rakamlardır belki ama arka planda işleyen esas şey; güven. Satıcı, müşteriye ürününü teslim ederken; ya da bir hizmet sunucusu, zamanını ve emeğini başka bir şirketin işine yatırırken aslında ortada somut bir şeyin ötesinde, yazılı ya da yazılı olmayan bir taahhüt vardır. İşte bu taahhütler, ticari alacakların ve borçların özünü oluşturur.

Ticari alacak, en yalın hâliyle; bir şirketin, başka bir gerçek ya da tüzel kişiden olan para talebidir. Bu alacak, çoğu zaman mal veya hizmet tesliminden doğar. Lakin mesele sade “paranın ödenmesi” değildir. Ticari alacak, şirketin işletme sermayesini, nakit akışını, bilançosunu doğrudan etkileyen bir kalemdir. Öyle ki, büyük şirketlerin batış nedenleri arasında en başta gelenlerden biri tahsil edilemeyen alacaklardır.

Öte yandan, ticari borç da bu ilişkinin diğer yüzüdür. Alıcının, mal ya da hizmetin bedelini belirlenen vadede ödemesi; bir başka deyişle, sorumluluğunu yerine getirmesi gerekir. Bu borç, zamanında ödenmezse, tek faiz yükü doğurmakla kalmaz; zincirleme ekonomik dengesizliklerin de habercisi olur.

Burada önemli olan, alacağın ya da borcun varlığı değil bir tek bu ilişkilerin hangi kurallara göre şekillendiğidir. Çünkü her ticari işlem ister yazılı ister sözlü olsun, bir hukukî zemin üzerinde yürür.

Ticari Alacakların Türleri

Her alacak, aynı kefeye konmaz. Bazıları daha güçlü belgelerle desteklenmiştir, bazılarıysa yalnızca sözlü mutabakatlara dayalıdır. Bu fark, tahsil sürecinin zorluğunu doğrudan etkiler.

Senetli ve Senetsiz Alacaklar

Senetli alacaklar; bono, poliçe ya da çek gibi kıymetli evraklarla belgelenmiş alacaklardır. Bu belgeler tek alacağın varlığını göstermekle kalmaz, beraberinde tahsilat sürecinde ciddi bir avantaj sağlar. Çünkü bu tür evraklar, kambiyo senedi niteliği taşır ve daha hızlı takip imkânı sunar. Borçlu, imzasını inkâr etmedikçe inkâr edemeyeceği bir taahhüdün altına girmiş sayılır.

Senetsiz alacaklarda ise işler biraz daha karmaşıktır. E-posta yazışmaları, faturalar, teslim tutanakları… Bunlar da alacağın varlığını gösterebilir ama ispat külfeti daha yüksektir. Tahsil süreci daha uzun ve itirazlara daha açık olabilir. Haliyle, sözleşme yapmadan ticarete girişmek, ileride telafisi zor kayıpların da kapısını aralayabilir.

Mal ve Hizmet Alacakları

Alacakların doğuş şekline göre bir başka ayrım da yapılabilir; mal alacakları ve hizmet alacakları. Mal alacaklarında ortada fiziksel bir ürün vardır. Ürün teslim edilir, fatura kesilir ve vade başlar. Burada somut deliller daha kolaydır.

Hizmet alacakları ise daha soyut bir yapıya sahiptir. Bir yazılım geliştirme, bir danışmanlık süreci ya da reklam çalışması… Bu tür alacaklarda, hizmetin teslimi bazen tartışmalı hâle gelebilir. “Hizmet tam anlamıyla verildi mi?” gibi sorular, borçlunun savunma alanını genişletebilir. Bu yüzden hizmet alacaklarında sözleşme, kapsam, teslim koşulları ve zaman planlaması çok daha büyük önem taşır.

Ticari hayatın bu ilk düğümü yani alacak ve borcun ne olduğunu doğru tanımlamak ileride yaşanabilecek uyuşmazlıkların çözümünde ilk referans noktasını oluşturur. Çünkü yanlış kurulan bir ticari ilişki, bir tek tahsilat sürecini değil, iki şirketin geleceğini de gölgede bırakabilir.

Alacakların Tahsilinde Temel Hukuki Dayanaklar

Bir şirketin alacağı vardır; evet. Ama bu alacak, kâğıt üstünde durduğu sürece yalnızca bir beklentidir. O beklentinin hukuki karşılığı yoksa ya da zayıfsa, alacak zamanla rakam olmaktan çıkıp zarar hanesine yazılır. İşte tam bu noktada devreye giren şey; kanundur.

Ticari alacakların tahsilinde şirketlerin dayandığı en güçlü zemin, Türk Borçlar Kanunu ve İcra İflas Kanunu’dur. Bu metinler sade teorik kurallar bütününden ibaret değildir; pratikte binlerce kez sınanmış, iş hayatının kalbinde yer alan maddelerdir. Her biri, alacağın nasıl doğacağını, nasıl korunacağını ve nasıl tahsil edileceğini düzenler.

Borçlar Kanunu ve İcra İflas Kanunu

Borçlar Kanunu, bir nevi ticaretin yazılı ahlakıdır. Taraflar arasındaki borç ilişkisini tanımlar. Borç ne zaman doğar, nasıl sona erer, hangi hallerde geçersiz sayılır; hepsini düzenler. Ticari ilişkilerde yazılı bir sözleşme yapılmamış olsa bile, Borçlar Kanunu çoğu zaman devreye girerek boşluğu doldurur.

Örnek vermek istersek, bir mal teslim edilmiş ama fatura kesilmemişse ya da taraflar bir hizmet konusunda bir tek sözlü olarak anlaşmışlarsa işte bu gri alanlarda Borçlar Kanunu, tarafların makul beklentilerine dayanarak bir çerçeve çizer. İyi niyet ilkesi, dürüstlük kuralı ve borcun ifası gibi temel kavramlar burada devrededir.

Öte yandan İcra ve İflas Kanunu, işlerin artık yasal takibe dönüştüğü noktada devreye girer. Borç ödenmemiştir, uyarılar sonuçsuz kalmıştır, alacaklı harekete geçmek ister. Bu aşamada İcra takibi başlatılır. İlamsız takip, itiraz süreci, ödeme emri, haciz, iflas talebi gibi her aşama bu kanunun düzenlediği başlıklardır.

Ama dikkat; bu aşamalar yalnızca “bilmekle” değil, hem de zamanında ve doğru biçimde uygulamakla işler. Hukuki evre, sabır kadar titizlik de ister. Bir gün geciken itiraz süresi, yıllar sürecek bir davanın kapısını aralayabilir.

Kambiyo Senetlerine İlişkin Mevzuat

Senetlerle yapılan ticaret, Türk iş hayatında neredeyse bir refleks hâline gelmiştir. Herkes bir senet imzalamıştır ya borç verirken ya da borç alırken. Ama bu kâğıt parçası, öyle her halükârda geçerli bir belge değildir. İşte burada Kambiyo Senetlerine özgü düzenlemeler devreye girer.

Çek, bono ve poliçe gibi belgeler hem Borçlar Kanunu hem de özel mevzuatla düzenlenmiştir. Bu senetlerin geçerli sayılabilmesi için şekil şartlarının eksiksiz olması gerekir; keşide tarihi, vade, imza, lehtar bilgisi… Her bir eksik, senedin hukukî niteliğini zayıflatır. Bu vesileyle kambiyo senetleri, alacağın en güçlü dayanaklarından biri olabileceği gibi, usulsüz düzenlenmişse en zayıf halkası da olabilir.

Dahası, bu senetlere özgü takip süreci de farklıdır. “Kambiyo takibi” adı verilen özel bir yol izlenir. Burada icra müdürlüğü, borçluya ödeme emri gönderir; gelgelelim itiraz edilebilecek alanlar sınırlıdır. Dolayısıyla bu tür belgelerle yapılan takipler, genellikle daha hızlı ve daha etkili sonuç verir.

Fakat unutulmamalıdır ki; her güçlü belge, sorumluluk da yükler. Senedin arkasındaki imza, sade bir vaadi değil, beraberinde bir yükümlülüğü de temsil eder. O yüzden hem alacaklı hem borçlu tarafın bu belgeleri ciddiyetle ele alması gerekir.

Ticari alacakların tahsilinde hukuk, tek bir “son çare” değil; en başından itibaren oyunda yer alması gereken bir aktördür. Sağlam bir sözleşme, dikkatle düzenlenmiş bir senet, usule uygun başlatılmış bir icra takibi… Bunlar bir tek süreci değil, sonucun da belirleyicisidir.

Ticari Alacaklarda Vade ve Zamanaşımı Süreleri

Zaman, ticari ilişkilerde sessiz bir tanıktır. Sessiz ama acımasız. Çünkü bir alacağın doğduğu an ile tahsil edilebileceği son tarih arasında, görünmez ama kesin bir çizgi vardır. Bu çizgiye “vade” deriz. Ve o vade dolduğunda başlayan geri sayım, bir başka kavramla “zamanaşımı” ile karşı karşıya bırakır bizi.

Her alacak, doğduğu andan itibaren, takvime bağlıdır. Bu takvim keyfi değil; kanunla ve uygulamayla çizilmiş bir takvimdir. Gecikilen her gün, alacağın tahsil edilme ihtimalinden bir parçayı eksiltir.

Alacağın Vadesi Nasıl Belirlenir?

Ticarette vade, çoğu zaman basitçe “fatura tarihi + 30 gün” gibi düşünülür. Oysa durum bundan çok daha katmanlıdır. Alacağın vadesi; taraflar arasındaki sözleşmeye, senedin üzerindeki tarihe ya da fatura kesim tarihi gibi ticari belgelere bağlı olarak değişkenlik gösterebilir.

Eğer bir sözleşme varsa ki olması gerekir genellikle burada açıkça belirtilir; ödeme 60 gün içinde yapılacaktır, denir örneklendirmek gerekirse. Bu açık beyan, vade tarihini belirler. Eğer böyle bir hüküm yoksa, Türk Borçlar Kanunu devreye girer ve alacak doğduğu anda muaccel olur; yani ödenebilir hâle gelir.

Kambiyo senetlerinde ise durum daha nettir. Çekin üzerindeki keşide tarihi, bonoda yazılı vade günü bunlar doğrudan ödeme tarihini gösterir. Bu tarihler, keyfi olarak değiştirilemez; çünkü senet düzenlendikten sonra taraflar üzerinde bağlayıcıdır.

Gelgelelim şurası unutulmamalıdır; vade tarihi tek bir takvim günü değildir. Eş zamanlı olarak alacaklının harekete geçmesi gereken son “barışçıl” noktadır. Bu tarih geçtikten sonra, borçluya ihtar gönderilebilir, icra takibi başlatılabilir. Harekete geçilmezse, alacak zamanın sisinde yavaş yavaş silikleşmeye başlar.

Zamanaşımı Süresinin Sonuçları

Zamanaşımı, hukukun adaleti ile pratikliği arasında kurulmuş bir dengedir. Bir yandan alacaklının hakkını korur, diğer yandan borçluyu sonsuz bir tehdit altında yaşamaktan alıkoyar. Çünkü hiçbir borç, ebedi olarak peşinden sürüklenmemelidir.

Ticari alacaklarda zamanaşımı süresi, alacağın türüne göre değişir. Örnek olarak, adi borçlarda bu süre genellikle 10 yıl iken; ticari işlerde, özellikle tacirler arası ilişkilerde 5 yıl olarak uygulanır. Kambiyo senetlerinde bu süre daha da kısadır; bonoda 3 yıl, çeklerde bazen 6 ay gibi dar vadeler söz konusudur.

Bu süreler, alacağın tahsil edilmesini otomatik olarak ortadan kaldırmaz. Buna karşın borçlu, zamanaşımı süresi dolduğunu ileri sürerse, mahkeme bunu dikkate almak zorundadır. Yani alacak “yok olmaz” ama “talep edilemez” hâle gelir. Hukuken hayatta kalır; ama fiilen toprağa gömülmüş sayılır.

Ve işin en kritik yanı şu; zamanaşımı süresi kendi kendine durmaz. Alacaklının hiçbir işlem yapmaması halinde işler. Lakin araya giren bazı eylemler mesela borçlunun borcu kısmen ödemesi, yazılı şekilde borcu kabul etmesi ya da ihtarname gönderilmesi  bu süreyi kesebilir ya da sıfırlayabilir. Buna “zamanaşımını kesen haller” denir. Bu sebeple, alacağın bir gün değil, sürekli olarak izlenmesi gerekir. Aksi hâlde, gecikme yalnızca kayıp değil; geri dönülemez bir son olur.

Vade, sürecin başlangıç noktasıysa; zamanaşımı, o sürecin görünmeyen sonudur. Ve bu ikisi arasında geçen her gün, bir şirketin finansal sağlığına doğrudan etki eder. Ticari alacak yönetimi, yalnızca tahsilat takibi değil; zamanı doğru okuma sanatıdır.

Tahsilat Süreci: Alacaklıların İzlemesi Gereken Hukuki Yol Haritası

Bir şirketin kasasındaki eksik, çoğu zaman müşterisinin cebindekidir. Tahsil edilemeyen her alacak, bir başka ödeme planını sarsar, bir başka sözleşmeyi sekteye uğratır. Onun için tahsilat, sade finansal bir mesele değil, ticari sürekliliğin anahtarıdır. Ne var ki bu dönem çoğu zaman, alacaklının sabrı ile borçlunun direnci arasında ince bir çizgide yürür. Ve o çizgide ilerlemek, çoğu zaman strateji kadar hukuk bilgisi de gerektirir.

Borçluyla Uzlaşma Girişimleri

İşin başında, her şey daha basittir. Henüz resmi yollar düşünülmemiştir. Alacaklı, borçluyu arar, bir mail gönderir, hatırlatmada bulunur. “Ödemeyi unuttunuz sanırım,” diye başlayan cümleler, bazen yumuşak bir hatırlatma, bazen de yaklaşan fırtınanın öncesidir.

Bu aşamada önemli olan, diyalog kapısını açık tutmaktır. Çünkü her dava, uzlaşılamayan bir ihtilafın sonucudur. Oysa ticaret; uzlaşmayla, anlayışla, bazen birkaç gün esneklikle yürür. Borçlunun niyeti varsa, yapılandırma teklif edilebilir. Taksit yapılabilir. Yazılı bir mutabakat hazırlanarak ödeme planı netleştirilebilir. Bu tür anlaşmalar hem ticari ilişkiyi zedelemez hem de alacağın tahsilatını hukuken güvence altına alır.

Fakat, bazı sessizlikler vardır ki, bir tek zamana oynamaktır. Ne telefon açılır ne geri dönüş yapılır. İşte bu sessizlik, artık farklı bir dile ihtiyaç duyulduğunun göstergesidir; hukuk dili.

İcra Takibine Hazırlık Süreci

İcra takibi, yalnız bir form doldurmakla başlamaz. Bu proses, hukuki zemini sağlam atılmış bir hazırlık gerektirir. Öncelikle alacağın dayanağı tespit edilmelidir. Fatura mı? Sözleşme mi? Senet mi? Hangi belge, bu borcun varlığını açık ve inkâr edilemez biçimde ortaya koyuyor?

Belgeler toparlandıktan sonra, hukuki riskler gözden geçirilir. Borçlu şirket hâlâ faaliyetini sürdürüyor mu? Varlıklarının haczi mümkün mü? Daha önce başka alacaklılar tarafından takibe uğramış mı? Bu tür sorular, yalnız dosyanın kaderini değil, hem de tahsilatın zamanlamasını da etkiler.

Dahası yetkili icra dairesi tespit edilir. Borçlunun yerleşim yerindeki icra dairesi mi kullanılacak, yoksa kambiyo senedi söz konusuysa özel yetkili daire mi devreye girecek? Bunlar teknik ama hayati detaylardır. Yanlış yere başvuru, süreci baştan sekteye uğratabilir.

Ve nihayet, dosya hazırdır. Artık hukuk zemininde adım atma vaktidir.

Takip Talebi ve İlamsız Takip

İcra süreci, teknik olarak “takip talebinin” icra dairesine sunulmasıyla başlar. Bu talep, alacağın türüne göre değişiklik gösterir. İlamsız takip, en yaygın kullanılan yöntemdir. Çünkü mahkeme kararı gerektirmez. Alacaklı, dayanak belgelerini sunar ve icra dairesinden borçluya bir ödeme emri gönderilmesini talep eder.

Bu ödeme emri, borçlunun eline geçtiği andan itibaren yasal saat işlemeye başlar. 7 gün. Evet, yalnızca yedi gün içinde borçlu ya borcu öder ya da itiraz eder. İtiraz etmezse, takip kesinleşir ve haciz aşamasına geçilir. Eğer itiraz ederse, alacaklı “itirazın iptali” ya da “itirazın kaldırılması” davalarını açmak zorundadır.

Bu noktada aşama, yalnızca teknik değil hem de taktik bir hal alır. Hangi yol daha hızlıdır? Hangi mahkeme yetkilidir? Deliller ne ölçüde güçlüdür? İşte bu sorular, icra sürecinin yönünü belirler.

Bir önemli husus da şudur; her tahsilat süreci aynı değildir. Her borçlu aynı stratejiyle hareket etmez. Bu vesileyle, süreci kopyala-yapıştır bir kalıpla değil, duruma özel çözümlerle yürütmek gerekir.

Tahsilat, yalnızca icra dairesine yapılan bir başvuru değil; iyi planlanmış bir hukuki operasyon, dikkatle yürütülen bir takip, zamanında yapılan bir müdahaledir. Borçluyla müzakere, belgelerin analizi, doğru başvuru ve sabırlı bekleyiş… Tüm bunlar, alacağın gerçek değere dönüşmesini sağlayan yol haritasıdır.

İcra Takibi Aşamaları: Alacakların Hukuki Yolla Tahsili

Alacaklı sabretmiştir. Belgeleri toplamış, başvurusunu yapmıştır. Artık karşı tarafın sessizliğini bozma vakti gelmiştir. Ve bu noktada, hukukun sesi konuşmaya başlar; resmi, kararlı ve bağlayıcı bir tonda.

İcra takibi, belirsizliği ortadan kaldıran bir süreçtir. Borçlu bu aşamadan sonra, ya karşılık verir ya da suskunluğunu sürdürür ama artık sonuçları vardır. Çünkü adım adım işleyen bu hukukî mekanizma, alacağın tahsilini sağlamak için devletin gücünü kullanır. İşte bu gücün nasıl çalıştığını, bu kısımda yakından inceleyelim.

Ödeme Emri Gönderimi

İcra takibinin ilk gerçek adımı, borçlunun eline ulaşan ödeme emri ile atılır. İcra dairesi, alacaklının sunduğu takip talebine dayanarak bu belgeyi düzenler ve borçluya gönderir. Genellikle bir sabah saatinde, kapı çalınır; zarftaki belge artık sürecin geri dönüşsüz bir noktaya geldiğini gösterir.

Ödeme emrinde şu çağrı açıkça yapılır: “Bu borcu yedi gün içinde ödeyin. Ya da itiraz edin.” Borçlu bu belgeyi aldığı an, süre işlemeye başlar. Ama şunu unutmamak gerekir; borçlu bu belgeyi gerçekten almasa bile, tebligat kanununa göre muhatabına ulaştırıldığı varsayılırsa süre işlemeye devam eder.

İşte o yüzden, borçlunun “haberim yoktu” demesi çoğu zaman bir şey değiştirmez. Takip başladıysa, zaman artık iki tarafa da karşı işlemektedir. Borçlu için bir savunma hakkı, alacaklı için bir sabır testi…

İtiraz Süreci ve İtirazın İptali

Borçlu, ödeme emrine karşı yedi gün içinde itiraz edebilir. Bunu doğrudan icra dairesine, yazılı bir dilekçeyle yapması gerekir. Bu itirazla birlikte takip durur. Hukuki tabirle; “takip durmuştur” yani alacaklı artık hacze devam edemez. Ama işleyiş burada bitmez, yalnızca yön değiştirir.

Alacaklının önünde iki seçenek vardır; ya itirazın iptali davası açar (bu, genel mahkemelerde yürütülür), ya da itirazın kaldırılması talebinde bulunur (bu genellikle daha hızlı ilerleyen bir yol olup, alacağın niteliğine göre tercih edilir).

İtirazın kaldırılması yoluna gidebilmek için alacak, noter onaylı borç ikrarı, imzalı fatura, yazılı sözleşme gibi güçlü belgelerle desteklenmelidir. Bu belgeler yoksa, itirazın iptali davası açmak kaçınılmazdır. Bununla birlikte bu, uzun sürebilecek bir mahkeme süreci anlamına gelir. Strateji burada devreye girer.

Öte yandan, borçlu bazen itiraz hakkını kötü niyetle kullanır. Alacağın varlığına rağmen tek süre kazanmak için itiraz eder. Hukuk buna da hazırlıklıdır. Mahkeme, böyle durumlarda borçluyu haksız bulursa, %20 oranında inkâr tazminatına hükmedebilir. Bu, keyfi itirazın bedelidir.

Haciz ve Satış İşlemleri

Borçlu ödemez, itiraz etmez ya da itiraz reddedilir. Bu durumda, takip kesinleşmiş olur. Ve artık haciz aşamasına geçilebilir. Alacaklının avukatı, icra dairesinden haciz talep eder. İcra memuru, borçlunun adresine gider evet, bizzat gider  ve oradaki menkul mallar, araçlar, makineler, ofis ekipmanları ne varsa, haciz tutanağına geçirilir.

Haciz; yalnızca fiziksel bir işlem değil, psikolojik bir eşiğin de geçilmesidir. Borçlunun artık “geri dönüşsüz” bir noktada olduğunu gösterir. Bu aşamada borçlu ödeme yaparsa proses sona erer. Yapmazsa, mallar yediemine teslim edilir ve belli prosedürlerle satış talep edilir.

Satış aşaması, icra takibinin nihai ayağıdır. Mallar açık artırma yoluyla satılır. Elde edilen gelirden önce devlet harçları, ardından alacaklının borcu tahsil edilir. Eğer mal değeri borcu karşılamazsa, dosya borçlunun kalan borcuyla açık kalır. Yani tahsilat sağlansa da tüm borç kapanmayabilir.

Bazı durumlarda, taşınmaz haczi de gündeme gelebilir. Özellikle büyük alacaklarda, borçlunun gayrimenkullerine el konulması, tapuya şerh verilmesi ve satış sürecine gidilmesi mümkündür. Bu aşama daha karmaşık ve uzun süreli olsa da ciddi alacaklar için etkili bir yöntemdir.

İcra takibi, yalnızca yazılı belgelerin değil; stratejinin, sabrın ve zaman yönetiminin test edildiği bir hukuk sahnesidir. Doğru yürütülen bir takip, yıllar boyu tahsil edilemeyen bir alacağı birkaç ayda sonuçlandırabilir. Buna karşın unutulmamalı; yanlış bir adım, süreci başa sardırabilir. İşte o yüzden icra, sıradan bir takip değil; hassas dengelerle ilerleyen bir hukuki operasyondur.

Kambiyo Senetlerine Dayalı Alacakların Tahsili

Ticaret, zamanla oturmuş bir güven alışverişidir. Ama bazen o güven, kâğıda dökülmeden işler yürümez. Kambiyo senetleri işte bu noktada devreye girer; hem bir taahhüt hem bir güvencedir. Hem borçlunun imzasıdır hem alacaklının dayanağı. Çek, bono ve poliçe; bir zamanlar bankerlerin masasından çıkan bu araçlar, günümüzde hâlâ ticari hayatın en güçlü teminatları arasında yer alır.

Buna karşın unutulmamalı; her senet bir alacak belgesi değildir. Ve her alacak, kambiyo takibiyle tahsil edilemez. Bu senetlerin geçerli olabilmesi, şekil şartlarının eksiksiz olmasına bağlıdır. Bir eksik, senedi sıradan bir kâğıda dönüştürebilir. İşte bunun için, kambiyo senetlerine dayalı tahsilat süreci hem dikkat hem de bilgi ister.

Çek, Bono ve Poliçe Arasındaki Farklar

Hepsi senet midir? Evet. Ama her biri kendi hukukî kimliğini taşır.

Çek, aslında bir ödeme aracıdır. “Görüldüğünde ödenecek” ibaresiyle, vadeli bir borç senedinden ziyade, nakit ödeme niyetiyle düzenlenir. Fakat Türkiye’de çekler çoğu zaman vadeli kullanılır bu da hukuki değil, ticari bir alışkanlıktır. Banka üzerine düzenlenir, yazıldığı tarihte ödenmesi gerekir. Üzerindeki tarih aslında yalnız bir beklenti oluşturur, hukuken çeke vade konulamaz. Yani çekin günü geldiğinde, ödenmek zorundadır.

Bono (ya da emre muharrer senet), daha sade bir yapıya sahiptir. Borçlunun, alacaklıya belirli bir tarihte, belirli bir miktar ödeme yapacağını taahhüt ettiği belgedir. Tek taraflı bir taahhütname gibi çalışır. İki tarafın imzasına gerek yoktur; borçlunun imzası yeterlidir. Bu yönüyle, pratikte en çok kullanılan kambiyo senetlerinden biridir.

Poliçe ise ticari hayatta daha sınırlı kullanılır. Çünkü üçlü bir ilişkiye dayanır; düzenleyen, lehtar ve muhatap. Düzenleyen kişi, muhataba ödeme yapmasını emreder. Poliçe, özellikle uluslararası ticarette kullanılırken; iç piyasada yerini daha çok çek ve bonoya bırakmıştır.

Bu üçlü arasında asıl fark, şekil şartları, taraf sayısı, vade uygulaması ve ödenebilirlik esaslarıdır. Alacağın türüne göre doğru senet seçilmezse, tahsilat sürecinde karşılaşılacak engeller kaçınılmaz hâle gelir.

Kambiyo Takibi Nasıl Yapılır?

Kambiyo senetlerine dayalı takip, sıradan ilamsız takipten farklıdır. Daha güçlü, daha hızlı ve daha kısıtlı itiraz hakkı olan bir yoldur. Onun için, senetle alacağı olanlar için ilk tercih sebebidir. Ama bu avantajın arkasında, şekil şartlarının eksiksiz olması zorunluluğu yatar.

İlk adım, icra dairesine yapılacak kambiyo takibi talebidir. Alacaklı, senedin aslını (veya noter onaylı suretini) sunar. Talepte, alacak miktarı, faiz oranı, vade tarihi gibi bilgiler ayrıntılı biçimde yer almalıdır. İcra dairesi, bu bilgilere dayanarak ödeme emri düzenler. Lakin bu, sıradan bir ödeme emri değildir.

Borçluya gönderilen bu emirde, borcun üç gün içinde ödenmesi, ya da beş gün içinde itiraz edilmesi gerektiği açıkça belirtilir. Dikkat: süre daha kısadır. İlamsız takipteki yedi günlük süre burada işlemez. Çünkü kambiyo senetleri, zaten güçlü delil sayıldığı için, borçlunun savunma alanı daha dar tutulmuştur.

Borçlu itiraz ederse ve bunu zamanında yaparsa  alacaklı “itirazın kaldırılması” ya da “menfi tespit davası” gibi yollarla yeniden süreci ileri taşıyabilir. Lakin itiraz edilmezse, senet kesinleşir. Bu durumda icra dairesi, haciz işlemlerine doğrudan geçebilir. Aşama hızlıdır, neticelidir, ama teknik hataya asla tahammül göstermez.

Bir başka önemli avantaj; kambiyo senetlerine dayalı takiplerde ihtiyati haciz talep edilebilir. Bu, borçlunun mal kaçırmasını engellemek adına yapılan önlem niteliğinde bir işlemdir. Mahkeme kararıyla borçlunun malvarlığına geçici olarak el konulabilir. Böylece alacaklının tahsil şansı güçlenir.

Kambiyo senediyle tahsilat; kâğıtla güven arasında kurulmuş karmaşık ama güçlü bir bağdır. Çek, bono ya da poliçe… Her biri, zamanında ve usulüne uygun düzenlenmişse, alacaklının elindeki en etkili araç olabilir. Ama unutulmamalı; en güçlü belge bile, yanlış kullanılınca etkisizleşir. Bu vesileyle senetle çalışmak, sırf imzayı değil, bilinci de gerektirir.

İflas, Konkordato ve Alacakların Korunması

Ticaretin en karanlık dönemeçlerinden biri; iflas. Şirketin tabelası hâlâ yerinde durabilir, çalışanları sabah ofise gelebilir, müşteri listesi bile hâlâ dolu olabilir… Ama kasada para yoksa, yükümlülükler karşılanamıyorsa, bilanço alarm veriyorsa hukuk diliyle konuşmak gerekirse; borca batıklık hâli oluşmuşsa, o şirket iflasa sürüklenmiş demektir.

O vakit alacaklı ne yapmalı? Borcunu almak için mücadele eden kişi, iflas durumunda nasıl bir yol izlemeli? Bu sorular sırf borçlunun değil, yüzlerce alacaklının da kaderini belirler.

İflas Halinde Alacaklı Hakları

İflas, borçlunun hukuken tasfiye sürecine girmesidir. Artık şirket kendi kararlarını alamaz; tasarruf yetkisi, iflas idaresine geçer. Alacaklılar için bu proses, bireysel tahsilat çabalarının sonu; toplu mücadele zamanının başlangıcıdır.

Her alacaklı, borçlunun iflas ettiğini öğrendiğinde ilk olarak iflas masasına başvurarak alacağını bildirmelidir. Bu bildirim olmadan, ne kadar büyük olursa olsun, alacak yok sayılır. Çünkü iflas, tüm alacaklıları eşit kabul eder kimseye ayrıcalık tanımaz.

İflas davasının açılmasıyla birlikte borçlunun mallarına haciz konulamaz. Bu da demektir ki, eğer alacaklı daha önce bireysel icra takibi başlattıysa, bu işlem durur. Artık her şey iflas masasının gözetimindedir. Satışlar, paylaştırmalar, sıra cetvelleri hepsi merkezi bir sistemle yönetilir.

Ama burada kritik bir detay var; iflas içindeki alacaklar sıra cetveline göre ödenir. Bu cetvel, alacaklıların öncelik sırasını belirler. Önce işçi alacakları, sonra kamu borçları, en son genel ticari alacaklar… Yani iflasın sonunda, herkese eşit dağıtım yapılmaz; sıraya göre ve genellikle de eksik ödenir.

Bu sebeple iflasa sürüklenmiş bir borçludan tahsilat, çoğu zaman beklentilerin gerisinde kalır. Yine de alacağın tamamen silinmesi anlamına gelmez tek daha zorlu bir yoldur artık.

Konkordato Sürecinde Alacakların Güvence Altına Alınması

İflas kadar keskin olmayan ama yine de bir alarm niteliği taşıyan bir gidişat daha vardır; konkordato. Bu, borçlunun mahkemeye başvurarak, “ben ödemekte zorlanıyorum ama iflas etmek istemiyorum, bana zaman verin” demesidir. Konkordato bir tür yeniden yapılandırma teklifidir; borçlunun iflas etmeden toparlanma çabasıdır.

Bu esnada mahkeme, borçlunun talebini incelemek üzere geçici mühlet kararı verir. Bu süre boyunca alacaklılar icra takibi başlatamaz, başlamış olanlar durur. Borçlunun malvarlığı üzerindeki tasarrufları kısıtlanır ve mahkeme tarafından atanan komiser, süreci denetlemeye başlar.

O zaman alacaklı ne yapar? Beklemez. Alacağını tescil ettirmek için komisere başvurur. Konkordato projesi hazırlanırken, hangi alacaklının ne kadar talebi olduğu belirlenir. Daha sonra bu proje, alacaklıların oyuna sunulur. Kabul oranı sağlanırsa mahkeme konkordatoyu onaylar ve borçlu, yeni vadelerle borçlarını ödemeye başlar.

Ama buradaki en hassas nokta şudur; konkordato ilan eden her borçlu, gerçekten toparlanamaz. Bazıları bu süreci kötüye kullanır. Dolayısıyla alacaklının, süreci dikkatle izlemesi, itiraz haklarını kullanması, gerekiyorsa konkordatonun reddi için dava açması gerekir.

Alacakların Masaya Yazdırılması

İster iflas ister konkordato olsun; alacaklı, hakkını korumak için ilk adımı atmak zorundadır; alacağını masaya yazdırmak.

İflas masası ya da konkordato sürecindeki alacaklılar kurulu, sırf beyan edilmiş alacakları dikkate alır. “Zaten benim alacağım vardı” demek yetmez. Bunu süresi içinde, ispat edici belgelerle birlikte resmi olarak beyan etmek gerekir. Aksi takdirde, tüm hukukî haklar silinmiş sayılır.

Masaya yazdırma işlemi sade bir form doldurmak değildir. Fatura örnekleri, senet suretleri, sözleşmeler, noter kayıtları her şey usulüne uygun şekilde sunulmalıdır. Ve özellikle büyük tutarlarda, alacağın sırası da tartışma konusu olabilir. Eğer bir alacak rehinliyse ya da teminat altındaysa, farklı bir sıraya girer. İşte bu sebeple, masaya yazdırma süreci, sade muhasebe işi değil, ek olarak hukukî danışmanlık gerektiren bir adımdır.

İflas ya da konkordato, borçlunun krizi kadar, alacaklının sınavıdır. Kim hızlı davranır, kim belgeleri eksiksiz sunar, kim hukuku doğru okursa; sürecin sonunda elini en az zararla kurtaran o olur. Ve unutulmamalı; ticari hayat, bazen kazanılan alacaktan değil, korunan haklardan ibarettir.

Ticari Alacakların Mali ve Muhasebe Yönü

Alacak, bir tek bir hukuk meselesi değildir. Beraberinde bir bilanço kalemidir. Ve bu kalem, doğru yönetilmediği takdirde, en parlak şirketleri dahi birer birer gölgeleyebilir. Tahsil edilmeyen ya da riske giren alacaklar, kâğıt üzerinde hâlâ “varlık” gibi görünse de gerçekte işletmenin damarlarını yavaş yavaş kurutan bir sızıntıya dönüşür. İşte bunun için, ticari alacakların mali ve muhasebe boyutu, yalnızca mali müşavirlerin işi değil; karar vericilerin stratejik radarında olması gereken bir konudur.

Şüpheli Alacak Karşılıkları

Bir alacağın tahsili konusunda şüphe belirdiğinde ki bu, çoğu zaman borçlunun ödemeyi geciktirmesi ya da finansal darboğaza girmesiyle olur  işletme, bu alacağı artık “tam değerinde” varlık gibi değerlendiremez. Çünkü bu tür alacakların geleceği, belirsizlikle çevrilidir. Tam da bu noktada devreye giren kavram; şüpheli alacak karşılığı.

Vergi Usul Kanunu’na göre; ticari kazancın tespitinde, tahsil edilemeyen veya tahsili şüpheli hâle gelen alacaklar için karşılık ayrılması mümkündür. Buna karşın bu her istediğimiz alacak için yapılabilecek bir işlem değildir. Alacağın şüpheli sayılabilmesi için bazı hukuki koşullar gerekir.

Mesela, alacak dava ya da icra takibine konu edilmiş olmalıdır. Yani borçludan alacağını tahsil etmek için resmi bir yola başvurulmuş olmalıdır. Tek borçlunun “ödemeyeceğini düşünüyorum” demek, şüpheli karşılık ayırmak için yeterli değildir. Hukuki aşama başlamış olmalı, veya alacak rehinle temin edilmemiş olmalı ya da dava konusu borç, teminatsız bir alacak olmalıdır.

Karşılık, muhasebe kaydında gider olarak yazılır ve dönemin ticari kârından düşülür. Bu sayede şirket, gerçekte elde edemeyeceği bir gelir üzerinden vergi ödemez. Bu uygulama, hem finansal tabloların daha gerçekçi olmasını sağlar hem de vergi yükünün adil dağılmasına katkı sunar.

Lakin burada dikkat edilmesi gereken önemli bir denge vardır; şüpheli alacak karşılığı, bir anlamda zarar beyanıdır. Çok fazla karşılık ayırmak, şirketin dışarıya karşı güvenini zedeler; çok az ayırmak ise vergi yükünü artırır. İşte bu sebeple, bu kalemin yönetimi, yalnızca teknik bilgi değil; ticari öngörü de ister.

Tahsil Edilemeyen Alacakların Vergisel Etkileri

Bazen bütün yollar denenir, bütün kapılar çalınır. Ama sonuç değişmez; alacak artık tahsil edilemeyecek durumdadır. Bu noktada o alacak, muhasebe defterlerinde hâlâ aktif olarak görünüyorsa, işletme bir yanılgıya saplanmış demektir. Çünkü fiilen ortada olmayan bir değeri bilançoda tutmak, şirketin mali yapısını olduğundan güçlü gösterir. Oysa gerçek başka yerdedir.

Vergi mevzuatına göre, tahsil edilemeyen alacakların zarar olarak yazılabilmesi için bazı koşulların gerçekleşmiş olması gerekir. Öncelikle, alacağın gerçekten tahsilinin imkânsız olduğunun belgelenmesi şarttır. Bu; borçlunun iflas etmiş olması, konkordato ile borçlarını yapılandırıp bir kısmından feragat etmiş olması, uzun süren takiplere rağmen ödeme yapmamış olması gibi durumlarla mümkündür.

İkinci olarak, bu tür alacaklar için daha önce karşılık ayrılmışsa, bu karşılık artık gider olmaktan çıkar ve zarara dönüşür. Bu da mali tablolar üzerinde doğrudan etki yaratır. Şirketin kârlılığı düşer, hatta bazı dönemlerde zarar beyanı söz konusu olabilir.

Vergisel açıdan bakıldığında, bu zarar beyanı, gelir vergisi ya da kurumlar vergisi matrahını düşürür. Gelgelelim vergi dairesi bu zarar kaydını inceleyebilir. “Gerçekten tahsil edilemez mi?” sorusu, bazen bir vergi incelemesinin başlangıç noktası olabilir. Bu yüzden tahsil edilemeyen her alacak için mutlaka ispatlayıcı belgeler ve hukuki takip süreci sunulmalıdır.

Bir diğer yönü de KDV’dir. Alacak tahsil edilemese bile, daha önce kesilen fatura üzerinden KDV ödenmiş olabilir. Bu durumda, tahsil edilemeyen alacaklara ilişkin KDV iadesi ya da düzeltmesi talep edilebilir. Gelgelelim bu işlem hem teknik hem de idari açıdan hassas bir süreçtir.

Ticari alacakların muhasebe defterine nasıl yazıldığı, bazen nasıl tahsil edildiğinden daha büyük sonuçlar doğurabilir. Çünkü rakamlar, sade geçmişin aynası değil; geleceğin projeksiyonudur. Ve yanlış bir yansıma, yatırım kararlarından vergi planlamasına kadar pek çok şeyi yanıltabilir.

Bu yüzden ticari alacak yönetimi; yalnızca hukukla değil, maliyet muhasebesi, vergi stratejisi ve finansal risk yönetimiyle birlikte düşünülmelidir. Unutulmamalıdır; her kalem, bir satır değil; bir stratejidir.

Alacakların Tahsilinde Stratejik Yaklaşımlar

Bir alacak, sırf doğduğu günle değil; nasıl izlendiği, ne kadar süre beklendiği ve hangi araçlarla korunduğuyla da tanımlanır. Tahsilat süreci, salt bir borcun talebi değil; aynı anda uzun vadeli bir stratejinin parçasıdır. Çünkü alacak yönetimi, tahsilatın başarıya ulaşması kadar, şirketin finansal istikrarı ve itibarının korunması açısından da kritik bir rol oynar.

Kimi alacak, hızla tahsil edilmesi gereken bir sıcak paraya dönüşür; kimisi ise sessizce bir risk tablosunda yer edinir, zamanla ya karşılığa döner ya da zarara. O vakit alacakları doğru yönetmenin yolu nedir? Stratejik yaklaşım dediğimiz şey, teoride mi kalır, yoksa sahada karşılığı var mı? Bu sorulara yanıt ararken, ticaretin sade defterle değil, zihinle de yönetildiğini göreceğiz.

Alacak Yaşlandırma ve Risk Sınıflandırması

Bir şirketin alacak portföyü; aynı anda hem gelecek vaat eder hem de risk taşır. Kimi alacak vadesine üç gün kalmış, ödenmeye hazır beklerken kimi üzerinden üç ay geçmiş, hala muhatabını sessizliğe gömmüş olabilir. İşte bu farklılığı görebilmek için kullanılan en temel tekniklerden biri; alacak yaşlandırma yöntemidir.

Bu yöntemde, alacaklar vadelerine göre sınıflandırılır: 0–30 gün, 31–60 gün, 61–90 gün ve 90 gün üzeri gibi gruplara ayrılır. Bu yalnız bir tablo değil; beraberinde bir uyarı sistemidir. Çünkü geciken her alacak, risk katsayısını artırır. Ve bu artış, nakit akışını daraltmakla kalmaz, şirketin kredi notuna ve piyasa güvenine de zarar verir.

Yaşlandırma ile, risk sınıflandırması yapılması da önemlidir. Her müşteri aynı kefeye konmaz. Bazıları yıllardır çalışılan güvenilir partnerlerdir; bazılarıysa ilk kez iş yapılan, teminat alınmamış yeni müşterilerdir. Finans departmanı bu sınıflamayı düzenli olarak yapmalı, yönetimle paylaşmalıdır. Çünkü riskli müşteriler için tahsilat süreci erkenden başlatılmalı, hatta yeni satışlar kontrollü yürütülmelidir.

Tahsilat Sürecinde Profesyonel Destek Almanın Önemi

İş dünyasında, her işi kendi içinde uzmanına bırakmak giderek daha büyük bir gereklilik hâline geliyor. Tahsilat da istisna değil. Özellikle büyük ve karmaşık alacaklarda, alacaklı firmanın tek başına yürüttüğü çabalar yetersiz kalabilir. Telefonla yapılan nazik hatırlatmalar, e-postayla gönderilen uyarılar bir yere kadar etkili olur. Bundan sonrası için profesyonel destek şarttır.

Burada kastedilen sade bir avukata başvurmak değil; hem de alacak yönetimi konusunda uzmanlaşmış danışmanlık firmalarıyla çalışmak, süreçleri otomatize eden yazılım sistemleri kurmak ve tahsilat süreçlerini izlemek için veri temelli analiz yöntemleri kullanmaktır.

Profesyonel destek, tek hukuki anlamda değil; bunun yanı sıra stratejik planlama, risk azaltımı, müşteri ilişkilerinin bozulmadan yönetilmesi gibi yönlerden de katkı sunar. Özellikle dış kaynaklı tahsilat şirketleri, yapılandırma önerileri, arabuluculuk teknikleri ve müzakere süreçleriyle sonuç odaklı çalışabilir. Bu sayede, borçlu tarafla ilişkiler kopmadan; alacak da güvenli biçimde tahsil edilebilir.

Unutulmamalı; bazı süreçleri profesyonele devretmek, kontrolü kaybetmek değil; kontrolü daha sağlam ellere teslim etmektir.

Sözleşmeye Dayalı Güvence Mekanizmaları

Tahsilat sorunu yaşanmadan önce alınabilecek en güçlü önlem; iyi hazırlanmış bir sözleşme. Çünkü sözleşme; yalnızca iki tarafın niyet beyanı değil, ek olarak gelecekte yaşanabilecek anlaşmazlıkların çözüm kılavuzudur.

Ticari sözleşmelerde özellikle şu maddelerin açık ve net biçimde düzenlenmesi büyük önem taşır:

  • Ödeme vadesi
  • Faiz oranı (gecikme hâlinde uygulanacak)
  • Teminat şartları (senet, çek, rehin, ipotek vs.)
  • Tahkim ya da mahkeme seçimi
  • Fesih ve ceza hükümleri

Bu maddeler ne kadar açık yazılırsa, ileride çıkabilecek ihtilaflar o kadar kolay çözümlenir. Ek olarak sözleşmeye konacak olan “muhatap bilgileri”, ileride yapılacak tebligatların geçerliliği açısından da kritik bir detaydır. Borçlu “benim haberim olmadı” diyemez; çünkü sözleşmede kendisinin beyan ettiği adrese gönderilmiştir belge.

Bazı durumlarda sözleşmeye kişisel kefalet maddesi de eklenebilir. Özellikle anonim şirketlerle yapılan ticarette, şirketin tüzel kişiliği dışında, şirket ortağı ya da yöneticisinin bireysel sorumluluğunu da kapsayan kefalet, alacaklının elini güçlendirir.

Strateji, günü kurtarmak değil; geleceği güvence altına almaktır. Alacak yönetiminde atılacak her adım, tek bugün tahsil edilen parayı değil; yarın kurulacak ticari ilişkinin kalitesini de belirler. Bundan ötürü stratejik düşünmek, sırf büyük şirketlerin işi değildir. Her ölçekten işletme, tahsilat sürecinde kendi ölçeğine uygun sistemler kurmalı, ilişkilerini bu sistem üzerine inşa etmelidir.

Çünkü tahsil edemediğiniz her alacak, yalnızca bir kayıp değil; yönetilememiş bir risktir.

Tahsilat, Yalnızca Bir Sonuç Değil, Bir Süreçtir

Ticari alacakların tahsili, ilk bakışta sade bir borcun geri alınması gibi görünebilir. Ama gerçekte bu aşama; ticari ilişkilerin kalitesini, işletmelerin sürdürülebilirliğini ve hatta ülke ekonomisinin nabzını belirleyen çok katmanlı bir yapıdır. Alacak tahsil etmek, yalnızca hukuk bilgisiyle değil; zaman yönetimi, mali analiz, stratejik planlama ve güçlü iletişimle birlikte yürütülmesi gereken bir iştir.

Bu yazıda ele aldığımız her başlık ister vade yönetimi ister senet tahsil süreci, isterse iflas hâlindeki hakların korunması olsun aslında büyük resmin birer parçasıydı. Çünkü alacak yönetimi dediğimiz şey, dağınık kriz anlarında değil; her şeyin yolunda gittiği zamanlarda kurulmalıdır. Risk analizleri yapılmalı, belgeler eksiksiz hazırlanmalı, hukuki altyapı sağlam temellere oturtulmalıdır.

Elbette ki her tahsilat süreci başarıyla sonuçlanmaz. Bazı alacaklar, tüm çabalara rağmen tahsil edilemeden kapanır. Ama bu, sürecin değersiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü iyi yönetilen bir tahsilat süreci, yalnızca bugünü değil; gelecekteki alacakların sağlıklı işleyişini de teminat altına alır.

Son olarak şunu söylemek gerekir; Ticaret, güven üzerine kurulur. Ama bu güvenin altını sağlam sözleşmelerle, açık kurallarla ve gerektiğinde etkin bir hukuk sistemine erişimle çizmek gerekir. Aksi hâlde, güven yalnızca bir iyi niyet temennisinden ibaret kalır.

Tahsilat, bir sonuç değil, uzun vadeli bir sürecin kaçınılmaz halkasıdır. Bu süreci ne kadar bilinçli, dikkatli ve profesyonel yönetirsek; ticari hayatın dalgalanmalarına karşı da o denli güçlü durabiliriz.

Ticaret Hukuku Avukatına Ulaşın!

İletişime Geçmek İçin Tıklayın!

en iyi ticaret hukuku avukatı

anlaşmalı boşanma davası sık sorulan sorular

Ticari Borçlar ve Alacakların Tahsili Hakkında Sık Sorulan Sorular

  • Alacak tahsil süresi nasıl hesaplanır?

    Alacak tahsil süresi, borçlunun satışın yapıldığı tarihten alacağın tahsil edildiği tarihe kadar geçen süreyi ölçer. Şirketler genelde “ticari alacaklar / toplam kredili satış × gün sayısı” formülünü kullanır Bu, nakit akışını değerlendirmenizi sağlar. Mesela temmuz ayında 8.000 TL’lik alacak, 3.000 TL satış ve 6.000 TL tahsilat varsa hesap şöyle olur: (6.000/3.000) × 30 = 60 gün. Kısa sürede tahsil edilmek, nakit döngüsünü hızlandırır ve riskleri azaltır.

  • Alacağımı üçüncü kişiye devredersen ne olur?

    Alacak devri, alacaklının hakkını yazılı anlaşmayla başka birine aktarılmasıdır. Bu devrin geçerli olabilmesi için yazılı olması şarttır. Devreden kişi hak talep edemez; gelgelelim devralan, alacağın tamamı üzerinden ödeme talebinde bulunabilir. Borçlu, bu devre itiraz edemez. Fakat kendisine yapılan yazılı bildirimde belirtilen haklarını yine de kullanabilir.

  • Ticari alacak sigortası nedir, kimler için uygundur?

    Ticari alacak sigortası, vadeli satışlardan doğan alacakları ödenmeme riskine karşı teminat altına alan bir sistemdir. Özellikle KOBİ’ler ve orta büyüklükteki şirketler için uygundur. Bu sigorta sayesinde:

    • Tahsilat yükü hafifler,
    • Nakit akışı güvenceye alınır,
    • İflas, temerrüt gibi risklere karşı koruma sağlanır.
      Sigorta şirketi, alacak tahsilatını devralabilir ya da tazminat sağlayabilir.
  • E-Devlet’ten icra dosyamı nasıl sorgularım?

    Borçlular sık sık “icralık mıyım?” diye sorar. En güvenilir yöntem, e-Devlet veya UYAP Vatandaş Portalı üzerinden sorgulamaktır. Ek olarak doğrudan icra dairesine başvurarak da bilgi alabilirsiniz. Ödeme emri tebligatı aldıysanız, bu adım özellikle kesin bilgi sağlar.

  • Tahsilat acentesi nedir ve neden tercih edilir?

    Tahsilat acenteleri, alacak tahsil süreçlerini üstlenen profesyonel kuruluşlardır. Şirketler kendi içinde zorlanabileceği işlevleri bu kurumlara devreder. Acenteler:

    • Telefon, yazışma ve müzakere yollarıyla borçluya ulaşır,
    • Gerekirse hukuki süreci organize eder,
    • Ekstra olarak borçluyu takip ederek alacağın ödenmesini sağlar.
      Özetle hem zaman hem kaynak tasarrufu sağlanmış olur.
logo-footer